20 Aralık 2011 Salı

size günlerimi anlatmam gerekirse, buraya hiçbir şey yazmamak en doğrusu olacaktır.
ama yok, öyle de geçmiyor vakit.

sıkıldığımda mallaşırım,
hiçbir şey yapmadığımda sıkılırım.
hep aynı şeyi yaptığımda da mallaşırım.

sıkılmak sık olan şeylerle alakalı demiştim ya, evet.
sıklıkla hiçbir şey yapmıyorum. kesmeşeker yeni albüm çıkartmasa dünya dönmezdi sanırım benim için. atlar dönmezdi.

güzel albüm olmuş. altar dönmedi, eyersiz atları hatırlatıyor.
sonra eğersiz sevdiğimi hatırlıyorum, kısır döngü.

her neyse bırakalım şimdi bu konuları da, perşembe doğum günüm ve hediye olarak çocuklar halı saha maçı ayarlamış, amına koyayım insan başka şeyler hayal ediyor.
doğum günü partisi diye bir şey var dünyada ama biz o ihtimali henüz göremedik.

geçen yıl da doğum günümde kendime hediye olarak akşama kadar uyku izni vermiştim. şimdi ki daha da boktan çıktı. bol bol uyuyayım da zaman geçsin, sonra sen önümden geç,
başım dönsün, sen dönme.
ve ben, geceleri çamaşırlardan korkmaya devam edeyim.

5 Aralık 2011 Pazartesi

gece çamaşırları

10,11 yaşlarında filanım. odada televizyon izliyorum, gulyabanili türk filmini yayınlamışlar.
bakın adını bile bilmiyorum, öyle de tırsardım filmden.

komedi filmi olmasına rağmen ne idüğü belirsiz şeylerden korkmamın nirvasını yaşadığım yıllardayım. sinemayı o yıllarda da seviyorum tabi de, metafizik korkular sarmış bir kere.

gulyabani filan beliriyor ekranda, gıcık bir gerilim müziği ardından, korkuyorum haliyle. gerilim müziği dediğimde gitarda en üstteki kalin mi'den ince mi'ye kadar yavaşça aşağı doğru penayı indiriyorsun. o kadar.
her neyse, beni korkutmaya yetiyordu işte.
yorganın içine girmiş izliyorum filmi, dev gibi bir adam, kocaman bir kafa, eşşek gibi gözler, çarşaf gibi kıyafetler giymiş bir şey bu gulyabani. filmin sonunu izlemeden kapattım uyumaya filan çalıştım. sağa dön sola dön, ışığı aç filan derken bir şekilde uyumuşum.

uyanır uyanmaz mahalle arkadaşlarıma anlatacağım tabi filmi. izlediniz mi? korktunuz di mi? ben hiç korkmadım falan fıstık. kafamda hava atmak var.
sabah olur olmaz, bir iki zeytin, sahanda yumurta, bir kibrit kutusu peynir, 5 yudum çay derken çıktım sokağa.

ercanların evinin altından, ercaaaaaan! ercaaaan! diye 3-4 bağırmadan sonra ercanı balkona, ordan da aşağıya çağırdım. sonra diğer çocuklar da indi, sağlam kahvaltı etmişler, enerjikler filan. orta kafa gol oynamaya gayet müsaitler.

maça başladık, ben defans oyuncusuyum, mahalle futbolunda oynamayı bilmeyen herkes defans ya da kalecidir. vasıfsız bir mevki bizim için. her neyse, ben tüm defansa gulyabaniyi anlatıyorum. geceleri dolaşırmış, mahalleli korkarmış filan, niyeyse kafamda öyle canlandırmışım özelliklerini, birden oyun durdu, herkes beni dinliyor, gulyabani böyle yaparmış, gözü bu kadar. boyu şu kadar filan. işin garibi anlattıklarıma manyak derecede inan bir kişi varsa o da benim. bildiğin tırsıyorum. prodüksiyon filan olduğu aklımın ucundan bile geçmiyor.
gece indi, ben ve bütün arkadaşlarım sokağın başında, karşılıklı, sağlı sollu evlerde oturuyoruz. sokağın aşağı tarafı da, soğanlı dediğimiz yere doğru iniyor, serseri, bıçkın gençler filan var. orası yeterince gergin değilmiş gibi, tam sokağın sonunda geniş balkonlu bir ev var. evde çamaşır ipleri yukarıdan aşağı doğru iniyor.

üstteki ipe şapka, bi alındaki ipe cübbe, onun altına da kumaş beyaz pantolon asmışlar.
o binaya pek yaklaşmıyoruz. dediğim gibi gece indi, karanlık filan. uzaktan çamaşırlar insan gibi duruyor, dün de ben film izlemişim. bir tırstım, sokakta ağladım ağlayacağım. topladım çocukları, hepsine gösteriyorum, herkes korktu tabi, haklıymışsın, gulyabani bu filan.
bir gulyabani furyası aldı bizi gitmiyor, herkes kafayı yemek üzere.
hepimiz odaklandık gulyabani sandığımız kıyafetlere uzaktan bakarken, rüzgar sayesinde bu kıyafetler yürüyormuş gibi oldu. 6-7 çocuk koşmaya başladık yukarı doğru, ben de en yavaş koşanları olarak, gözleri dolu arkalarından ercanların apartmanlarına girdim. evlere dağılıp, ertesi gün bakkalın önünde toplanma kararı aldık.

tekrar sabah oldu, baktım camdan herkes bakkalın önünde beni bekliyor. hararetli de bir konuşma, indim hemen.
gündüz gözü gulyabaninin olduğu eve gitmeye karar verdik.
6-7 kişi koca yolda sıkış tıkış yürüyoruz. evin önüne kadar geldik, birden otomatiğe bastılar, kapı açıldı.
şapkalı, cübbe ve beyaz pantolon giymiş bir adam gördük. kafamızı kaldırıp yüzüne bakmadan, ince çığlıklarla cil yavrusu gibi kaçışıyorduk. 1 dakika içinde sokakta kimse kalmadı. herkes evlerine girmiş.

sonra anladık ki, bu adam sokağa yeni taşınmış dergahçı bir amcaymış. ercanın annesiyle, adamın hanımı tanışmışlar filan. bize de ercan söyledi. içimiz rahatladı tabi ama ben yine de geceleri rüzgarlı havada çamaşırlardan korkarım.