15 Aralık 2010 Çarşamba

heh! sonunda blogger'a bakabildim.
ulan 1.5 yıl boyunca akşam kalkmaya alışmış bir bünyeyi,
1 aydır dershane adı altında 7:30'da kaldırıyorsunuz.
ama yiğidi öldür hakkına yeme durumu da var.
düzene girmemi sağladınız. insan olduğumu hatırladım.
malum boş vakitler bilgi ve genç öğretmenlerle güzel geçiyor.

1 ayda güzel bir performans sergiledim diye üst sınfa da alacaklarmış. oh öz güven de tavan yaptı bedavadan.
etütlerle, birebir derslere katılıyorum zırt pırt. tarz, bilgili ve doğal kızları kesiyorum filan

mesela şey güzel, 5'inci dersten sonra 40 dakikalık zil çalıyor. direkt böğğğrek salonuna.
"abi bana bir 5'li çek" diyorum.
-takkk- koyuyor önüme beşliyi.
masa kapmak için aşağı kata inerken, merdivenin 2. basamağında, "tamek" meyve suyu alan arkadaşıma, sıkılmadan her gün aynı espiriyi yapıyorum.

"tamek'se, koy götüne"

güzel geçiyor ya, bakalım. türkçe ve çoğrafya eksiği olanlar irtibata geçebilirler.
haydin gelirim yine bir boş vaktimde.

28 Kasım 2010 Pazar


yalnız, yalnızca yanarsın.
su veren itfaiyenin hortumunu çoktan sikmişler çünkü.
her zaman olduğu gibi martılar ağlar,

-haydar haydar, seyreder alem seni.-

23 Kasım 2010 Salı

dershane dolayısıyla, kendimden ve sizden biraz uzak olacağım. siz dediğimde bir avuç insan. Yalnız yoldaşlar.

malum sınav filan, biraz kasmak gerekiyor. kazanalım da siktir olup gidelim di mi?
neyse yokluğumda size bir arkadaş bırakıyorum.
ki bakıp göreceğinizi, ya da blog adresimde bir değişim bir artış olacağını sanmıyorum.
azımız idare edelim. olmadıkaçarız büyük ev ablukadan.

http://www.myspace.com/olmadikacariz

10 Kasım 2010 Çarşamba

16 - 17 den bu yana başladı eylül'ü özel olarak sevmek.
en bariz hali,
daha öncesinde eylülü de içine alan mevsim güzeldi.
sonbahar, filmler'de ki aşk yüzünden romantikti.
sonra sınıflaştı mevsimler, aylar.
kişiliğin yakasına ufak bir iğneyle iliştirildi.
eylül geçti bitti aşksız.

tereddütüm avuntudan mıdır bilmem ama Kasım'ı da severim,
eylül'ü aldatma hissi var, o koyar

23 Ekim 2010 Cumartesi


gel gelelim başucu filmime.
abi yıl olmuş 2010, binlerce film yapılmış şaşırtıcı. anca şu dönemde izleseniz, -ulan tahmin ediyordum haa!- dersiniz belki.(aslında bu dönemde bile demezsiniz)
siz düşünün o yıl'da izleyenlerin apışıp, nasılda - hassktir amınakoyayım- dediklerini

The Usual Suspects

sen nasıl bir karizmasın kayser. sikeyim senin sigara yakışını. o topal halinden yavaş yavaş yürüyen karizma oluşunu!
yıl kaç olursa olsun, kadro ve kültlük açısından üstüne tanımıyorum.
her yıl 1 kez kesin izlettiriyorsun kendini. ne göt bir filmsin usual, ne göt adamsın keyser.

19 Ekim 2010 Salı


bir çoğumuz hep aynı şeylerden yakınıyor.
bir bak kendine, eminim sen de sevdiğin müzikleri, filmleri, sevdiğin bir yaşantıyı kullanarak internette dolaşıyorsun.

bak olduğun demiyorum, sevdiğin!
kötülemiyorum da seni, sadece içinde kayboluyoruz diyorum.
diyorum ki; burda kuruyoruz istediğimiz dünyayı.

ya ben? okuyorsun da, bir bak bana!
genellikle bir msn adresiyim.
arada bir blog sayfası,
bazen de bir twitter adersi.

yakınıyorum çünkü;
"ben bir internet sayfasıyım ve "internette aşklar spontane'a gelişmiyor"

sende biliyorsun, bir kurgusu var elbet.

11 Ekim 2010 Pazartesi


ahh ahh.
30 eylül'deki konseri hatırladım şimdi. cenk taner konserini.
gitmeden önce, "kalabalık olur lan baya. oranın gençlerinden oluruz biz kesin. 80'ler çoğunluktadır haa." gibi konuşmalar yaptık.
gittiğimizde yanıldığımızı anladım.
orası; kalabalık değil, çok kalabalıktı ve gençleri değil, en gençleriydik.
ha ama 80'ler çoğunlutaydı orası ayrı.

artık cenk taner'in orda oluşundan mıdır? gülümsemesinden midir? yoksa sadece kitleden midir? bilmem, çok samimiydi her şey.
bize en uzak olan pahalı viski şişeleri bile.

balkondakilerin tuvalete gitmeyi dahi gözüne kestiremediği kalabalıkta, normal şartlarda tahammül edemeyecek insanlar, en nezaketli şekilde izin istiyordu.

cenk taner'i çekmek için, flashsız zenit'imi çıkarttığımda
devasa kameraların, canon makinelerin sahipleri, bizim zenit'lerimiz iyi görüntü alsın diye cenk taner'in yüzünü aydınlatıyordu.
ve ben ilk defa gittiğim bir barda, ilk defa her zaman gitmişim hissine kapıldım.

insan düşününce garip oluyor.
şayet iyi bir müzisyen olsaydım; cenk taner gibi kemik bir kitleye sahip olmak isterdim.

8 Ekim 2010 Cuma

son zamanlarda çok karşılaşıyorum. Orhan Gencebay muhabbeti döndüğünde, övdüğümde; Orhan Gencebay'ı sevmiyorum. sıradan bir sanatçı vb laflar eden,
metalci gençlerle. genelde blues severler pek yapmaz ama, var. böyleleri çok var. evet, sizler için üstad hakkında bilmeniz gereken bazı şeyleri buraya taşıyorum.
şahsen türkiye'nin en iyi müzisyenidir.
------
orhan gencebay müziğe, altı yaşında, rus konservatuarı mezunu ve aslen kırım göçmeni olan klasik batı müzisyeni emin tarakçı dan, keman ve mandolin dersleri alarak başlayan,

on dört yaşında türk müziği' nin bütün makamlarına hakim olabilecek müzikal yeterliliğe ulaşan,

trt radyosu' nun düzenlediği bağlama sınavında, trt tarihinin en yüksek derecesini alan,

dönemin müzik tutkunu her gencinin hayallerini süsleyen, istanbul konservatuvarı' ndan, özgür müzik yapamadığı gerekçesiyle ayrılacak kadar, müzikal prensiplerine bağlı olan,

tenor saksafon, keman, piyano, gitar, arp dahil olmak üzere otuza yakın enstrümanı icra edebilen,

yasalda 70, toplamda 300 milyonluk toplam albüm tirajıyla, "dünyanın en çok albüm satan sanatçıları" listesine girmeyi başaran tek türk sanatçı olan,

led zeppelin grubu üyelerinin, 1974 yılında vanity fair dergisi' ne verdikleri röportajda; "müziğimizin altyapısını, ritm ve rifflerini aldığımız türk" diye bahsettiği,

abd-mısır-israil'in önde gelen üniversiteleriyle, hacettepe üniversitesi' nin ortaklaşa vermiş olduğu montu merit doktorasına sahip olan,

enstrümantal uyarlılığı son derece yüksek olması ve içinden çıkılamayacak kadar girift bir armonik yapıya sahip olması sebebiyle 1991 yılında hacettepe üniversitesi devlet konservatuarı nda, incelemeye alınan, fakat, armonik yapısı hakkında, kesin bir yargı elde edilemeyen, inceleme ve icra amacıyla, berlin filarmoni orkestrası nın repertuvarına dahil edilen, "akşam güneşi" adlı eserin söz ve bestesine imza atan,

japon ve amerikan müzik bilimciler tarafından, canlı ses örneklerinin alınması ve bu ses örneklerinin, beş yıl boyunca müzik laboratuvarlarında incelenmesi yöntemiyle gerçekleştirilen, abcatt project e (abroad broadcasting carrier for turkish traditional arts), inceleme konusu olan, aynı araştırmada, sesini bir enstrüman gibi kullanabildiği, yine bu sesin piyanodan çıkan 440 frekanslık la notasıyla aynı müzikal değerde olduğu ve canlı seslendirdiği eserlerdeki, ikibuçuk oktavlık denemelerinin, enstrümantal derecede başarılı olduğu sonucuna varılan,

doksanlı yılların ilk yarısından itibaren, itü türk müziği konservatuarı başta olmak üzere, bir çok konservatuvarda, bağlama etütlerine, kendine has tezene tekniği ile konu olan,

"the ohio state university" tarih bölüm başkanı tarafından yazılan ve yale üniversitesi yayınlarından çıkacak olan, "türkiye, islam, milliyetçilik ve modernlik" adlı kitabın, kapağında; resminin, içeriğinde de; bazı kariyer bilgilerinin kullanılması için izin istenen, gerekli izni veren,

"orhan gencebay dinlemek, eğitimsizliğin göstergesidir." diyen fazıl say' a, "hatasız kul olmaz" diyecek kadar ilgisiz, müzikal kariyerinin başarılarla dolu olmasına rağmen, "müzikte yaptıklarım yapmak istediklerimin yarısına yaklaşamamıştır." diyecek kadar mükemmeliyetçi bir karaktere sahip olan,

evrensel ölçülerde bir müzik adamı olmasına rağmen, hala "arabeskçi" diye karalanıp tu kaka edilmesini bir türlü hazmedemediğim, beynelmilel çapta müzik adamıdır.


onüç yaşında, türk sanat müziği ve tambur eğitimine başlayan,

"bir de sen vurma " şarkısında eriştiği orkestrasyon mertebesiyle, mozart a rahmet gönderen,

kurt cobain öldüğünde oturup ağlayan,

evinde çok geniş bir klasik müzik arşivi bulunan,

"aşk pınarı" şarkısıyla hany shaker i, "dil yarası" şarkısıyla, zehava ben i, müzik dünyasına kazandıran,

batı müziği bağnazlarının iddia ettiğinin aksine, müziğinin temelinde sadece arap müziği formlarının olmadığını, eserlerindeki arap etkinliğinin toplamda yüzde onu geçmediğini, müziğinin temelinde, adriyatik ten, çin e kadar olan havzadaki hemen her tür müziğin özelliklerinin bulunabileceğini söyleyen,

arabesk müzik yaptığı iddia edilmesine rağmen, daha 28 yaşındayken, "türkiye de klasik müziği benden iyi bilen yoktur." diyebilecek kadar, müzikal birikimine güvenen,

"giden gelmez yerine" adlı şarkısını 35 yılda besteleyen,

vatani görevini heybeliada'da bahriyeli olarak sürdürdüğü yıllarda, merasim bölüğü bandosunda tenor saksafon çalmaya devam eden,

"işte bu bizim hikayemiz", "uslan artık deli gönül", "sabır taşı", "hey gidi goca dünya", "zelzele" gibi yüzlerce bestesi, zeki müren den, erkin koray a, bülent ersoy dan, sezen aksu ya kadar yüzlerce sanatçı tarafından seslendirilen,

"sevemedim kara gözlüm" adlı eseri, kırk küsür farklı sanatçı tarafından albümlerde seslendirilen ve bu bağlamda dünyada bir örneği daha olmayan,

"yorgun gözler" adlı eserinin, kamuran akkor un kırkbeşliği için düzenlediği versiyonunun, dünya rock müzik tarihinin, en donanımlı eserlerinden biri olduğu, biraz müzik kulağı olan her insan tarafından anlaşılabilecek olan,

"yorgun gözler" eserini rüyasında besteleyen,

"bir araya gelemeyiz" adlı eseri, en sağlam led zeppelin şarkısına, enstrümantal bazda tur bindiren, (elbette ki ilk versiyonu)

"bir araya gelemeyiz" adlı eseri roll dergisi nde, "orhan blues" şeklinde tanımlanan,

fatih akın ın, "crossing the bridge: the sound of ıstanbul", belgeselinde ve belgeselin soundtrackinde, 64 yaşında olmasına rağmen, harika bir, canlı hatasız kul olmaz performansı sergileyen,

cahit berkay ın; "bana bağlama çalmayı öğreten kişi." diye bahsettiği,

notaları tersten dahi deşifre edebilecek, notasal bilgi derinliğine sahip olan,

ondokuz farklı melodi (yanlış okumadınız, bir şarkıda tam ondokuz farklı melodi var.), altı farklı makam ve yirmi küsür enstrümandan oluşan, "bahçevan" adlı eserin, sözüne bestesine ve düzenlemesine imza atan,

orhan pamuk un son romanına konu olacak olan,

orhan pamuk un, sözde "ermeni soykırımı "hakkındaki düşüncelerine, katılmadığını açıklayan, buna rağmen nobel ödülü kutlaması için kendisine yapılan daveti geri çevirmeyen,

ciddi şekilde astrofizikle ilgilenen,


17 ağustos depreminden bir gece önce, profesör celal şengör ile, türkiye deki fay hatlarının yapısı hakkında uzun bir tartışmaya giren ,

yasal olarak 67 milyon civarı plak ve kaset tirajı olan, yasal olmayan üretimlerle birlikte 300 milyon civarı albüm tirajı olduğu tahmin edilen,

"dünyanın en çok albüm satan sanatçıları" listesine girmeyi başarabilen tek türk sanatçı olan,

kervan plağı kurduğunda yirmidokuz yaşında olmasına rağmen, erkin koray, ajda pekkan, muazzez abacı, mustafa sağyaşar, ahmet özhan, kamuran akkor, semiha yankı, samime sanay, neşe karaböcek, bedia akartürk, nil burak, ziya taşkent, semiramis pekkan, ferdi özbeğen, gönül yazar, sezen aksu gibi dönemin müzik piyasasının en güçlü isimlerini, bu şirket çatısında toplamayı başarabilen,

yolda yürürken, nefes alışını beğenmediği bir çocuğu hastaneye götürecek kadar alçakgönüllü, "ülen istanbul sen mi büyüksün ben mi?" repliğiyle hatırlandığı, "aşkı ben mi yarattım" filminde, beraber rol aldığı sokak çocuklarının ihtiyaçlarını, onlar ölene kadar karşılayacak kadar geniş bir gönlü olan, (bunu gencebay değil, gencebay ın eski basın danışmanı söylüyor.)

en çok kimleri dinliyorsunuz? sorusuna:

"ben müziğe farklı bakıyorum. normal müzik dinleyicisinin listesi daha farklı. benim vereceğim listeyi gören “allah allah” diyebilir… ama bir kaçını söyleyecek olursam:
hacı taşan, muharrem ertaş, barış manço, jimi hendrix, led zeppelin, elvis presley, beatles, tony osborne, beethoven, mozart ve diğer klasiklerin eserleri, amerikan country’leri, ispanyol flamenko’lar...
ayrıca, beni eskiden beri bilenler, bana “rockçı” der. rock müziği özgürlüktür. elvis, beatles’la başladı… o zamanki jimi hendrix’i canavar gibi, aslanlar gibi dinlerdim. hâlâ dinlerim. rock’ın babası diye anılan erkin koray benden etkilendiğini söyledi, biz de ondan etkilendik. rock soundları da ilk ben kullandım. cem karaca, barış manço, moğollar bizdeki en iyi temsilcileri oldu. onlarla hep iç içeydim. led zeppelin de benimle çok ilgilenmiş 70’lerden itibaren… ben de onları dinlerim." şeklinde cevap veren "adam"dır.

7 Ekim 2010 Perşembe

bu yıl, son bin yılın en soğuk kışı olacakmış.
sevineyim mi? üzüleyim mi? soğuktan içimizin titremesini seven ben, bokumun donmasını da istemem. kış'ı seviyorum. ama böyle giderse kış'tan -soğurum- abi.

bilim adamları da 2'ye bölünmüş. "soğuk olacak da, bin yılın en soğuk kışı olmayacak. o kadar da değil" demişler.
tam olarak böyle demeseler de buna yakın bir cümle etmişler.

yakında blog adresleri yine kış'tan bahsedecek,
aşk ve kış'tan. ne kadar soğuk olduğunun bir önemi yok. mevsimin adı "kış".

3 Ekim 2010 Pazar

'back to the future'

depremlerde hayatımın eksikliklerini hatırlıyorum. geç kalacağımı, bir bok yaşamadığımı, tüm 'keşke-lerimi' düşünüyorum.
o boktan cesaretimi, "uykularda hayal kuruşumu da"

ben ahirette ne yapacağımdan çok,
-dünya da ne yaptım?, geride ne bıraktım?, nasıl biriydim?- ler.

=Keşkeler=
aşklar;
aşk buymuş değilde, -şunların yaşadıkları aşk lan herhalde- dedim hep. o da filmlerde.
ya da toparlayayım, 'keşke aşık olsaydım.'

dostluklar;
ben sadece hitap şekli olarak kullandım 'dostum' kelimesini. internetin bir cilvesi o da.
yalan & güven birbiriyle alakalı. güven de dostlukla.
hepimiz de dost dediğimiz insanlara gözü kapalı güveniriz elbet.
ki benim gözü kapalı güvendiğim bir kişi dahi yok, dostluk kriterlerinde.
bunun nedeni dönem. bir çoğumuzun bir internet sayfasından ibaret oluşu.

yakın arkadaşım yok mu? - var.
güven miyor muyum? - güveniyorum ama, güvenmekle gözü kapalı güvenmek arasında büyük farklar var. burda ego uğruna kıran, kırılan insanlar var. dostluk bu devrin duygusu değil. kırılmaz bir şey o.
geleyim keşke-me,
'keşke dostluk benim mahallemden geçseydi.'

ihanet;
ihanetin telafisi olmayan bir şey olduğunu düşünmüyorum. bunun benim ihanet etmiş olmamla da alakası yok. ama bunu keşkelerin arasına sokan şey, geç kalmış olmak, ölüm.
evet, ihanet ettim. çok yakın bir arkadaşımın büyük bir sırrını, ortam ve eğlenmenin büyüsüyle, -söyleyeyim mi lan?- soruları arasında bir den ağzımdan döktüm.
güldüm. güldüm, anında pişman oldum. bu bir an pişman olup, sonra zamanla giden pişmanlıktan değildi.
neden bu kadar pişman oldum dedim sonra. tamam oldum da, neden bu kadar?
sonra bana sırrını ilk söylediği günü hatırladım.
-bak ozan bu olayı, dünya üzerinde bir sen, bir de ben biliyorum artık- demişti.
anladım. bu, sana bir sır vereceğim dedikten sonra 50 kişiye söyleyip, 'kimseye de söyleme haa' dediğimiz sırlardan değildi. bildiğin gerçek sırdı lan bu.
ağırlığı büyük olduğu gibi, pişmanlığı da büyük oldu. 'tekrardan, dostluk bu devrin duygusu değil'
artık ihanetler çok kolay oluyor, pişmanlıklar zor.

bir ihanet daha, eski sevgilimden. eski sevgilim çünkü, kilit nokta benim.
o benim sevgilim-miş, ben onun değil. ihanetle de bunu anlıyorsun işte.
birlikte olduğumuzu düşündüğüm günden 2 hafta geçtikten sonra şöyle bir kelime kullanmış sevgilim.(ilişki tam 2 ay sürüyor)
-ozan'la mı yoksa ömerle mi? birlikte olayım.- dile kolay.
okuması, söylemesi, yazması sahiden kolay.


ne kadar basit di mi? ozan'la mı? ömer'le mi?(ki sonraları bu tek kişilik aşk savaşı yaşayan kız, elime beyaz bayrak tutuşturup, galibi seçiyor.)
işte böyle zamanlarda da düşünüyorsun; -acaba aşk'da mı bu devrin duygusu değil?-
sonra anlıyorsun; yok yok, 4 mevsim yağan bir duygu yok olamaz.
kasımda aşk başka oluyor.
eylül aşk ayı oluyor.
o garip yaz aşkları oluyor.
ilk baharda da aşk'a hazırlık okuyoruz zaten.

bunlar sadece bir anda akla gelenler. geleyim keşke-me.
'keşke o sırrı anlatmasaydım' ve 'keşke eski sevgilime aşıktım diyebilseydim' gerçek bir ihanet, beni bu konu da daha iyi pişirirdi.

ortak duygu ihanet.
benim anlattığım dostluğun içinde ihanet var. yaşadığım sevginin içinde de var.

işte ben bu deprem de ölmedim.
düşündüm. keşke yapsaydım'lar ile keşke yapmasaydım'lar arasındaki uçurumda düştüm, uyudum.
uyku ya, yarı ölüm..

24 Haziran 2010 Perşembe

Eski sevgilim Amerika'dan İstanbul'a döndü. Ben onu görmemek adına dışarı bile çıkmıyorum. Aşık olacağımdan değil, artık yeni bir şeyler olsun diye.
bir yıl oldu, bir yıl boyunca sadece uyudum ve bu süreçte saçım uzadı. bu koca bir yılın bana getirisi bir kilo gür saç ve müzik.

Dışarı çıkmadım mı? çıktım. ama pek bir şey hissetmedim.
tek başıma bir cafeye gittim. Oturdum müzik dinledim, kahvemi içtim. Daha sonra, sinamalara gittim tek başıma. Hiç iyi gelmedi, daha da kötü oldu her şey.
yalnızlık bunalımına girdim, bir süre kimseye aşık olamadım, sevemedim, hoşlanamadım.
Sonraları da, her ilgi gösterene bir şeyler beslemeye başladım. eternal sunshine of the spotless mind haraketlerdi bunlar. bu filmin adını da hiç sevmiyorum. Zaten copy paste yaptım. Yazamakla uğraşamam.

her neyse, bu aralar şarkı atıyorum herkese, iyi geliyor. Bir kız var. İsmini ifşa etmeyeyim, onla şarkı alışverişi yapıyorum genellikle, bir rahatlıyorum bir yük kalkıyor üstümden sormayın gitsin.
çok da tatlı kız, gizemli biraz ama, benim gibi. hem de arka sokakta oturuyormuş. Tabi biz sokakta dolaşan insanlar olmadığımız için, pek denk gelmiyoruz. Zaten tek muhabbetimiz, şarkı, film. o kadar entelektüel durduğuna bakmayın, öyle saatlerce film yorumları yapmıyoruz. öneriler filan.
başka da konu yok, öyle sevgiliymiş, dostlukmuş, siyasetmiş, çemberimiz çok dar. tabi ben ilk adım atan bir insan değilim o yüzden ölene kadar, şarkı ve film önerisiyle geçebilir bu muhabbetler.

bir de kübra var. bak onun adını deşifre ederim. komik kız, onla da çok filmden konuşuruz, kültürlü kız. bak onun sevgilisi yok biliyorum, çok konuştuk.
eğer internet denen şey olmasaydı ve biz tanışıp telefonla konuşmak zorunda kalsaydık, fatura türkiye'nin dış borcu kadar filan olurdu sanırım. he bu arada kontör kullanmadım nedense, faturalı telefon. vay be, bilinç altım zengin.
ne diyordum, kübra iyi kız ya, vakit güzel geçiyor. Bu aralar pek konuşamıyoruz, ben pek bir şey yapmadığım için anlatacak bir şeylerim de yok.

'Keşke Tarantino'nun benim yaşlarımda kızı olsa. gerçi bakmazdı ama, olsaydı iyi olurdu.'

13 Haziran 2010 Pazar

Eğer adınız 'O' ile başlıyorsa, hoşlandığınız kişinin yazılarındaki tüm tırnaklı 'O'ları kendinize yorarsınız. ya da ben yorarım, bilmiyorum

10 Haziran 2010 Perşembe

Yalnızlık

İçim: Nasılsın ?
dışım: iyi sayılmam, ya sen ?

içim: 2 uyku hapı içtim, dünya yavaş ve duygusuz. Sorun nedir ?
dışım: sıkılmaktan sıkıldım artık!

içim: senden bir şey isteyebilir miyim ?
dışım: tabi ...

içim: 2 gün sonra sıkıntınıda al bana gel.
dışım: Teşekkürler, ben hallederim.

içim: bak olayları kişiselleştirip, güç oyununa çevirme. Gurur yapma gel !
dışım: kolay değil, hem seni daha tam mânasıyla tanımıyorum bile.

içim: bir fikir kadar uzaktayım sadece, gel bir şey kaybetmezsin, boş bırakılan vakitten başka.
dışım: iyi tamam, uzat elini o halde ...

içim: dikkat et, hüzüne basma ...
dışım: yok yok basmam, sıcakmış içerisi.

içim: öyledir. gel sana evimi gezdiriyim.
dışım: iyi olur.

içim: hah! işte burası döl yatağı. Genelde burada dinlenirim. gel devam daha ne yerler var.
dışım: neden? neden burası, daha havadar yerler vardı.

içim: insanlar burada anlam bulur. anlamın içinde dinlenmek, duruma farklı bir anlam katar.
dışım: bence sen bir tekerlemeci olmalısın.

İçim: rutin hayata bağlanınca, uhmm... Olmuyor da değilim doğrusu.
Dışım: aaa o da ne Topun mu? var. Bakayım bi..

İçim: heyy, dur aptal, erik o miğdedeyiz şuan ...

9 Haziran 2010 Çarşamba

Oysa ki

Kalın giyinirdim o soğuk tavırlarından korktuğum için
ama sen, küçük adımlarla ilerliyordun, kendinden emin.

İlim irfan yuvalarında, oral seks hayallerine boğulurken
küçük bir kıza aşık oldum,
evet, farklı dinlerdim şarkıları,
belki de her aşk filminin ana karakteri gibi hissederdim

Ama aşk,
üzerine binlerce şarkı yazılmış bir duygu derdin, önemsizdi.

Oyasa ben,
hep üstü kapalı konuşurumdum senle,
ilanı aşk olmasın diye.

Astral seks

Kirli perdelere bakıyordu geçmişimiz,
evin en bucak köşesinde,
acı bir kahve kokusu genizlerimizi dolduruyordu,
rüyada mıydım ?


Aramıza kilometreler girmişti,
bilinç altında sevişmek yetmiyordu artık,
ama aldatmıştın beni,
O yüzden söz verdim kendime,

'ucuz kadın sevecek kadar zengin değildim ben.